Hizan Nahiyesi
Tarihçi İdris-i Bitlisî “Şerefname’sinde kaydettiğine göre, bu bölge halkı İslâmiyet’e dahil olduktan sonra, ibadet, zühd, salâhat ve takvada, özellikle gecede teheccüd namazını eda etmekte meşhurluğundan dolayı, buraya “Seher-hîzan” adı verilmiştir.
“Seher- hizan” Farsça bir terkip olup, seherlerde uyanıp teheccüd namazını kılanlar demektir. Şerefname diyor ki:
“Bu terkip, bilâhare bölgeye isim olarak kaldı. Fakat zamanla halk dilinde kısaltılarak sadece “Hîzan” şeklinde kaldı. Daha sonraları ise “Hizan” oldu.
Üstadın Göbek İsmi
Üstadın müdakkik alim talebesi Ahmed Feyzi Kul, Hazinetül Burhan adlı eserinde şöyle diyor:
Hazret-i Bediüzzaman’ın adı yalnız “Said” değil, “Muhammed Said”dir. Buna hemşehrileri şehadet ediyorlar.
Lihikmetin göbek adı gizlenmiş, belki de kasdî olarak yalnız Said adı iştihar etmiştir.”
Üstadın Sülalesi
Hz. Üstadın baba tarafından nesebi beş dedeye kadar yürütülebiliyor, maruf bir sülaleye bağlı değiller.
Bediüzzaman’ın babası Sofi Mirza, 1920 yılında vefat ettiği, sülalesi ise, Sofi Mirza’dan sonra, dört batna kadar (yani baba) belli olup, bunlar: “Ali, Hızır, Mirza Hâlid ve Mirza Reşan” olduğu, yine tespitler arasındadır.
Yaş sırasınca Sofi Mirza’nın çocukları
Yaş sırasına göre çocukları:
1-Durriyye, 2-Hanım, 3- Abdullah, 4-Said, 5-Mehmed, 6-Abdülmecid ve 7-Mercan’dır
Not; Çok sevdiği talebesi ve yeğeni merhum Abdurrahman, Molla Abdullah’ın, yine yeğeni ve talebesi şehid Molla Ubeyd ise Durriye hanımın oğludur.
İlimde birden parlaması
Üstadın emsalleri arasında ilimde birden parlama tarihi 1892’dir. Bir yerde buna işareten şöyle der: bu tarih, o müellifin harika bir sûrette pek az bir zamanda, ilimce tekemmül etmesi, tahsilden tedrise başladığı ve üç ayda ve bir kış içinde onbeş senede medresece okunan yüz kitaptan ziyade okuduğu, o zamanın, o muhitte en meşhur ulemasının yanında o üç ayın mahsûlü onbeş senenin mahsûlü kadar netice verdiği çok mükerrer imtihanlarla ve hangi ilimden olursa olsun sorulan her suale karşı cevab-ı savab vermekle.”(Sikke-i Tasdik-i Gaybi Osmanlıca sayfa 62)
Bediüzzaman ünvanının verilmesi
Molla Said-i Meşhur unvanına ek olarak, Bediüzzaman lâkabı da verilmesi Hicri 1309-Miladi 1892’dir. Üstad bir yerde şöyle diyor: “Meraklı kardeşimiz Re’fet Bey, Bediüzzaman-i Hemedânînin üçüncü asırda, vazife ve te’lifatı hakkında malûmat istiyor. Ben o zat hakkında yalnız harika bir zekâveti ve kuvve-i hafızası bulunduğunu biliyorum. Elli beş sene evvel, üstadlarımdan Siirt’li merhum Molla Fethullah eski Said’i ona benzeterek, onun o ismini ona vermiştir” (Osmanlıca Emirdağ L: 383)
Bediüzzaman kelimesinin manası
Bediüzzaman’ın manası şudur: Mahlûkata müteveccih lügat manası itibariyle: kendi zamanının nâdidesi. görülmemiş garibi, emsali olmayan harikası vesaire demektir.
Istılahî manası ise, Bediüzzaman unvanı, zekâ ve hıfzda insanlar arasında emsali bulunmaz derecede zeki ve kuvve-i hafızası acip olan kimselere verilmiştir. Bediüzzaman-ı Hamedanî de böyle imiş. Tarihte bir kaç Bediüzzaman gelmiş geçmiş.
Fakat Bediüzzaman Said-i Nursî,nin hem zekâ ve hıfzda, hem idrak ve kavrayışta, hem hal ve davranışta, hem kıyafet ve harekette, hem tarz-ı beyan ve üslup cihetlerinde hiç birisi ona benzememektedir.
Yani Said-i Nursi filhakika ve vakıa olarak her şeyi ile zamanın Bedi’idir. Hatta meslek ve meşrebi de, davası ve mücahadesi de bambaşkadır, garibtir, bedi’dir.
(Abdülkadir Badıllı)
Hafızlığı
Kardeşi Molla Abdülmecid hatıra defterinde şöyle der: “Kur’an-ı Kerim’i onbeş gün zarfında hıfzetti. Kamus-ul Muhitten altmış satırlık bir sahifeyi bir defa okumakla ezberine alırdı.
Evet bu zat, gerek medrese, gerekse mekteb ilim ve fenlerinden ezberine aldığı metinleri, kitapları unutmamak için, daima ezberinden okuyup tekrarlamaya mecburiyeti vardı. Ezberinde bulunan metinlerin mecmuu otuz Kur’an kadar idi…
Japon Başkumandanı ile tanışması(1911)
Osmanlı Devri yayın organlarından Resimli Mecmua’nın 31.Numaralı sayısına göre 1911 yılında Japon Başkumandanı Mareşal Nogi bir heyetle birlikte İstanbul’a gelmiş.
İslâm dinini tetkik etmiş olan bu kumandan, zihnindeki bazı istifhamları gidermek amacıyla, İslâm hilâfetinin payitahtı İstanbul’un büyük ulemasından çeşitli sualler sormuştu.
O sıra Bediüzzaman Hazretlerinin sit ve şöhreti de afakı kapladığı günler idi. İstanbul uleması, altından kalkamadıkları çetin ve muğdil sualleri gelip
Bediüzzaman’a sorarlar.
Ona sorulan bu suallerin ekserisi müteşabih olan bazı hadis-i şeriflerin hakikatlerine dairdir.Bu hadiseyi, Bediüzzaman bilâhare Denizli ve Afyon mahkeme müdafaatında bir münasebetle şöyle anlatır:
“…Hürriyet’ten evvel İstanbul’a geldim. O zaman Japonya’nın başkumandanı islâm ulemasından dinî bazı sualler sormuştu. Onları İstanbul hocaları benden sordular. Hem çok şeyleri o münasebetle sordular.
“Bir sel gelecek”
Molla Abdülmecid Efendi, kendi hatıra defterinde şöyle yazmaktadır: “Birinci Harb-i Umumi’nin arefesinde, Horhor namındaki medresesinin damında bizlere tefsir dersini verirken; o akşam güneş tamamiyle, tutulmuştu.
Derinden derine bir âh!.. çekerek, “Eyvah!” dedi. “Öyle bir sel gelmek üzeredir ki; hepimizi süpürüp götürecek.” Hakikaten bir ay sonra harb ilan edildi ve az bir zaman içinde memleket tamamıyla yıkıldı gitti..
Yeğeninin kaleminden Şark Cephesi kaplanı
Merhum yeğeni Abdurrahman Efendi, 1920’li yıllarda kaleme aldığı Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayatı adlı eserde şunları yazmakta: “Harb-i Umumi’de mecburiyetle bütün talebeleriyle harbe iştirak etti.
Pasinler cephesinde büyük musibet ve felâketlere uğradı ise de, gerek muharebede ve gerek esarette çektikleri mezahimi (zahmetleri) yazmama, harbin aleyhimizde neticelenmesinden dolayı müsaade buyurmadılar.
Pasinler Cephesinden Van’a avdet ettiği zaman, Van’da ihtilâl zuhur etti. Kendisi bu ihtilale karışmadı. Medresesinde ikamet etmeye başladı.
Fakat daima masumların vikayesine çalışıyor, çoluk ve çocuklara dokunulmaması için herkesi ikaz ediyordu. Bu sırada Van şehri de sukut etti.
Bediüzzaman gönüllü talebeleri ile birlikte medresesinde tahassun ederek, Ruslarla harbe karar verdiler. Lâkin valinin fazla ilhahı(ısrarı) üzerine Van’dan çekildi. Fakat kaçamamış bîçare muhacirleri selâmet içinde muhafaza etmek ve hicretlerini te’min etmek için, Vestan’a (Gevaş’a) giderek Ruslara karşı müthiş harbler yaptı.
Burada Bediüzzaman’ın İşarat-ül İ’caz kâtibi Molla Habib Efendi şehit düştü. Allah Rahmet eylesin. Buradan kaçışmakta olan muhacirlerin selâmet içinde gitmelerini te’min etti.
Sonra İsparit nahiyesinin Ermeni çetelerinin taarruzuna uğradığını duydu. Bunun üzerine kendi nahiyesi ve doğduğu yer olan Nurs köyüne giderek gönüllüleri ile Ermeni fedailerini oralardan kovdu.
Fakat Ermenilerin kaçmayan kadın ve masum çocuklarını bir yerde toplayarak:”Şer’an bunlara dokunmak caiz değildir.” deyip halkı dokunmaktan men etti. Ve mezkûr kadın ve çocukları bir yerde toplayarak Emeni fedailerine teslim etmek üzere onlara gönderdi.
Ermeni fedaileri Bediüzzaman’ın bu hareketinden çok memnun kalarak: “Madem ki Molla Said bizim çocuklarımıza dokunmadı, biz de bundan sonra çoluk çocuğa dokunmayacağız” diye haber gönderirler.
Bazı Harp Hatıraları
Abdülkadir Badıllı diyor ki: Bitlisli Abdülmecid bizzat bize anlattı: (Bu zat, l.Cihan Harbi’nden sonra esaretten kurtulmuş, gelip Urfa’ya yerleşmişti, bilâhare İzmir’e nakl-i mekân ederek 1958’de orada vefat etmiştir.)
“Biz orduda askerdik. Molla Said-i Meşhurun gönüllü alayı ile yan yana idik. Kendisinin beyaz bir atı vardı. Daima at üstünde, alayının önünde atını sağa sola koştururdu. Sipere yatmazdı.
Sonra Bitlis’in sükutunda ben de esir düştüm. Beni Sibirya’ya götürdüler. Artık onu bir daha göremedim. Sonra Ruslar bizi serbest bıraktılar. Harpten sağ kurtulabilmiş ailemizin efradı Urfa’ya muhacir gittiğini duydum. Ben de buraya geldim.”
Yine Muhterem A. Badıllı bey anlatıyor: 1955 senesi Sonbaharında, tahminen Ekim ayı içinde, Barla’da Üstad Hazretlerini ziyaret ettiğimde bir sabah dersinde, Üstadın odasında ders oldu.
Dersten sonra, Hazret-i Üstad çok neşeliydi. Eski Harb-i Umumideki maceralarından, ibret dersleri için izahlarda bulunuyordu. Bir ara sözü Şarklılara ve Şark’taki eski talebelerine getirdi, dedi ki:
“Eski Said’in o zamanlardaki talebeleri o kadar muti’ ve fedaî idilerdi ki; bir işaretimle ruhlarını feda edebilirlerdi. Hatta dedi:
“Benim l.Cihan Harbi’nde Mir Mahe’ isminde bir talebem vardı. Bazan tek başıyla Rus taburlarının içine atıyla hücum eder, dalar, bir kaç Rus’u gebertir, geri sağ gelirdi..” diye o sabah uzun bir sohbet dersini yapmıştı.
Eskişehir Mahkemesi(1934)
Mehmed Kırkıncı anlatıyor: Hazret-i Üstad Bediüzzaman’ın ziyareti için Isparta’ya gittiğimizde, Rüştü Çakın Ağabey bizzat bana anlatmıştı: “Biz Eskişehir hapsi hadisesinde mahkemeye çıkarılmıştık. Üstadımızı en önde tek olarak oturtmuşlardı.
Bizler de onun arkasında, sıralarda dizilmiştik. Savcı bizim idamımızı talep eden iddianamesini okuyordu. Hepimizi bir korku telaşı sarmıştı, fakat baktık Üstadımız, cübbesinin eteği üstünde tesbihinin ipini kırmış, yeniden onu ipe dizmekle meşgul.
Onun sanki hiç bir şey yokmuş gibi, savcının laflarına beş para ehemmiyet vermeyen pervasızlık içerisindeki tavrını görünce, bizlere de kuvve-i maneviye ve cesaret geldi.” (Bediüzzaman’ı Nasıl Tanıdım- M.Kırkıncı, Sh.101-102)
KAYNAKLAR
1-Mufassal Tarihçe-i Hayat(3 Cilt)-Abdülkadir Badıllı- İttihad Neşriyat
2-Hazinetül Burhan-Ahmed Feyzi Kul
3- Bediüzzaman’ı Nasıl Tanıdım- M.Kırkıncı-Cihan Yayınları-İst-1989
Cevaplar.org
Benzer konuda makaleler:
- Bediüzzaman’ın eniştesi Molla Said
- Bediüzzaman Said Nursî’den; I. Dünya Savaşı’nda Ermenileri hayran bırakan ahlâk
- Ermeniler Said Nursî’ye hayran kaldı
- Bediüzzaman hazretleri hafız mı, değil mi?
- Risale-i Nur’un yolu Peygamber yoludur
- Nur’un İlk Şehidlerinden Molla Habib
- Bediüzzaman’ın Kur’ân’ı hıfzetmesi
- Silvanlı Molla Ali Zila ve Bediüzzaman
- Nur’lu hatıralardan bir demet
- Belki kelimesinin mânâsı
- Bediüzzaman’a göre kafir çocukları
- Dünyaya güvenme, bir film kadar kısadır
- Molla Hamit Ekinci’nin cesareti
- Bediüzzaman’ın zekât almayışı
- Said Nursi’yi tehdit eden paşalar
Bediüzzaman Said-i Nursi (KS) Hz. Hakkında az bilinen (belki de hiç bilinmeyen) konulardan biri de, O’nun, zamanının Halifesi olmasıdır. Allah’ın indinde 3 büyük makam vardır: 1- Halifelik (Allah’ın Kainattaki vekili), 2 – İmamlık(ind-i ilahide kılınan huzur namazının imamlığı), 3- Gavslık(Divan-ı Salihin -Üst dereceli evliyanın oluşturduğu meclisin – başkanlığı (Bizim T.B.M.M. gibi bir meclis)).
Bu makamlara, “yaşayan” Evliyanın büyükleri, Allah tarafından tayin edilir. Bazı zamanlarda 2 kişi, bazı zamanlarda 1 kişi bu makamları temsil eder.
Bu makamları temsilin 1. şartı “dünya hayatını yaşayan olmak” olduğundan, vefat edenlerin görevleri biter, yerlerine yaşayan evliyadan biri atanır.
Bediüzzaman Said-i Nursi (KS) Hz. Hakkında az bilinen başka bir konu, O’nun Risale-i Nuru yazarken, bilgilerin bizzat Allah tarafından yazdırılmasıdır. Büyük evliya zatlar, eserlerini hep bu şekilde yazmışlardır. Mesela Hz. mevlana Celaleddin, “mesnevi”yi de böyle yazmıştır. (önsözünde bu bilgi vardır.)
üsdatla ilgili insanların duymadıklar ve bilmedikleri o kadar çokki!! zaten demiyormu siz benim makamımı bilseydiniz. yanıma sürünerek gelirdiniz. ve beni kalabalıktan görmeden giderdiniz.sanırım kifayet etti..
Bunun neredeyazdıgını bana söylermisiniz?
çok güzel şeyler. hele de allah’ın yolunda olmak.
yazacağım duayı unutmayın. kul hüvaallahu ehad allahu samed lem yelid velem yulşed velem yekulllehu kufuven ehad
Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa sav ve tüm peygamberlerin bu dünyadaki vazifesi iman davasıdır. Bu iman davasını, bu asırda, Kuran’ın mucizevi manasını ve hz peygamberin sünneti seniyyesini Cem ederek vekalet eden Risale-i Nurdur. Cenab-ı Allah lütfetmiş bize Kuran’ın sırlı manalarını, kendisine iman etmeyi Risale-i Nur ile de bahşetmiş. Cenab-ı mevlayı tarif eden ve sevdiren na-mütenahidir. Kuran’dan süzülen Risale-i Nur ile de mevlayı tanıyıp iman edip itaat etmeyi tüm mahlukat için dilerim.
iman böyle birşey demekki
A.Kadir BADILLI tarafından hazırlanan Mufassal Târihçe’nin 1998 baskısı s.877’de Üstâd Barla’da iken gelen mektup zarflarından örnekler var.. Bunlardan birinin üzerindeki yazı şöyle: Muhterem ve Muazzez Hocam MUHAMMED Saîd Nursî Efendi Hazretlerine takdim..
Su Turkiye topraklarina daha Ustad Bz. S.Nursi gibi dahi gelmedi,hem dunyanin onde gelen feylesof ve bilim adamlarindandir,Istanbul da yanan probability solutions ile olasililk cozumlerinde bugun computerle cozulebilecek bir eseri unutulmasin,hurmetler..
Bu tür insanları öğrenmek islamiyeti yaşama ve Yaşatma konusunda bize cok ufuk açıcı olabilir Rabbim istifade edebilmeyi nasip etsin
Sevgili nurs talebeleri ve seh said nursi cemaatinin onemli şahsiyetkeri benim sizlere bi sorum ve bu sorunun cevabını almaktan cok büyük mutluluk duyacagım sorum merak ettiğim şeh said nursi hz aklının 100 de kaçını kullanmıstır