Zihayat için rızıkların Taahhüd-ü Rabbanî altında olduğu hakikatini nasıl anlamalıyız?
“Yeryüzünde yürüyen ve kendi rızkını yüklenemeyen nice canlının ve sizin rızkınızı Allah verir.” (Ankebut Sûresi: 60)
“Şüphesiz ki rızık veren, mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan Allah’tır.” (Zariyat Sûresi: 58)
Bu âyetlerden rızkın doğrudan doğruya Rabbimizin elinden geldiğini ve O’nun rahmet hazinesinden çıktığını anlamaktayız. Yani bu âyetlerle hayat sahiplerinin rızkının; Allah’ın idaresi ve taahhüdü altında olduğuna işaret edilmektedir. Öyleyse hiçbir canlının açlıktan ölmemesi lâzım gelmektedir. Ancak zahirde açlıktan, rızıksızlıktan ölenlere şahit olunmaktadır. O halde bu hakikatin sırrını nasıl anlamalıyız sorusu zihinlere takılmaktadır.
Esasen rızıksızlık yüzünden ölen yoktur. Zira taahhüd-ü Rabbanî hakikattir. Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın hayat sahiplerine gönderdiği rızkın bir kısmı bedenin her bir hücresinde ihtiyat için depolanmaktadır. Hücrelerde depolanan bu rızık, gelecek zamanlarda rızık gelmediğinde kullanılmak üzere bulundurulmaktadır. Ancak o canlı vücuda konulan bu sistemi; beslenme şekli ile bozunca, ihtiyaç anında sarf edilmek üzere bekleyen bu rızkı kullanamadığından, açlık zamanında fıtratındaki bu sistemi aktive edemeyerek ölüme gidebilmektedir. Öyleyse ölümü rızıksızlıktan olmamaktadır. Keza hayat sahiplerinin bedenlerinde şahm (iç yağ) suretinde saklanan bu fıtrî rızık, ortalama kırk gün hariçten rızık gelmeden de vücudun ayakta kalmasını sağlamaktadır. Hiç olmazsa bile yirmi gün bir şey yemeden yaşatmaktadır. İşte bu rızık bütün hayat sahiplerine Cenâb-ı Hakk’ın yaşatmak için bahşettiği fıtrî bir rızıktır ki; bu rızık âyetle sabit olarak taahhüd-ü Rabbanî altındadır. Hatta bu fıtrî rızık ile; ruhanî bir istiğrak halinde iken seksen günden ziyade hiçbir rızık yemeden yaşayan kâmil zatlar olmuştur. Binaenaleyh eğer insan su-i ihtiyarıyla müdahale edip fıtratını bozmazsa her halükârda rızk-ı fıtrî yetiyor ve o rızk-ı fıtrî bitmeden evvel zihayatın imdadına rızık yetiştirilerek açlıktan, rızıksızlıktan ölmek olmuyor. Demek ki zahiren açlıktan rızıksızlıktan olan ölümler, hakikî bir rızıksızlıktan vuku bulmuyor.
Bediüzzaman Hazretleri Şuâlar adlı risalesinde rızkı ikiye ayırmaktadır. Birinci rızık olarak bahsettiğimiz bu fıtrî rızık ve taahhüd-ü Rabbanî altındadır. İkinci rızık olarak kişinin bir alışkanlık ile israfa yol açarak su-i istimal ile kendince zaruret hükmüne getirdiği mecazî olan sun’î rızıktır. Bu kısım taahhüd-ü Rabbanî altında değildir. Cenâb-ı Hakk’ın ihsanına tâbidir. Bu ikinci rızkı, iktisat ve kanaat ile helâl yoldan geçimini temin ederek elde etmek Allah’ın izni iradesiyle mümkündür.
Elhasıl bu iki rızık da Cenâb-ı Erhamürrahimin rahmet hazinesinden ihsan edilen nimetlerdir ki; bu nimetler O’nun ne kadar kerim ve cömert bir zat olduğunu bizlere öğretmektedir.
Şeyma TÜRKAN
Benzer konuda makaleler:
- Allah’ın fazl ve rahmet arşı: Su
- Altıncı Söz bağlamında siyâset
- Şükür Risalesinde, “Çünkü rızka iştiha ve iştiyak bir nev’î şükr-ü fıtrîdir. Ve telezzüz ve zevk dahi gayr-i şuurî bir şükürdür.” cümlesini açıklar mısınız?
- Risâle-i Nur “yazdırıldı mı?”
- Kalbden akla giden yollar
- Hayat ne güzel, iman etmek ne güzel
- Risale-i Nur’un şerh ve izah vazifesi
- Peygamber Efendimizin (asm) şefaati
- Mübarek bir gece: Leyle-i Regaib
- Bediüzzaman, çalışmadan nasıl geçinmekteydi?
- “Enzelna” tabiriyle Risale-i Nur’a işaret
- Rububiyet örnekleri
- Dünya bizi terk etmeden evvel biz ne yapmalıyız?
- Demirin esrarı
- Risale-i Nur gözüyle duâ
İlk yorumu siz yazın