Risâle-i Nûr’un letâfet-i aslîyesi muhâfaza edilmeli

10Manidar bir nakil:“Risâle-i Nûr âhize ve nâkile ile mücehhez bir radyo-yu Kur’âniyedir ki, onun tel ve lâmbaları, ayna, tel ve bataryaları hükmündeki satırları, kelimeleri, harfleri öyle intizamkârane ve îcazdârâne bast edilmiştir ki, yarın her ilim ve fen adamları ve her meşrep ve meslek sahipleri, ilim ve iktidarları miktarında âlem-i gayb ve âlem-i şehadetten ve ruhaniyat âleminden ve kâinattaki cereyan eden her hâdisattan haberdar olabilir.” (Emirdağ Lâhikası-1, s: 97)
Bu mânâda öncelikle söz Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri’ne aittir. “Kur’ân’ın bir nevî tefsîri olan Sözler’deki hüner ve zarâfet ve meziyet kimsenin değil, belki muntazam, güzel hakâik-i Kur’âniyenin mübârek kâmetlerine yakışacak mevzûn, muntazam üslûp libâsları, kimsenin ihtiyâr ve şuûruyla biçilmez ve kesilmez. Belki onların vücûdudur ki öyle ister; ve bir dest-i gaybîdir ki o kâmete göre keser, biçer, giydirir. Biz ise, içinde bir tercüman, bir hizmetkârız.” (Mektubat, s: 383) İşte Bedîüzzamân Hazretleri’nin hassasiyeti ve net olarak açıkladığı hakîkat. Bu sebepledir ki sadeleştirme nevînden yapılan çalışmalara Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri’nin razı olmadığının hikmeti bu açıdan bakıldığında ne kadar isâbetli olduğu anlaşılıyor.
Ancak bizim bütün gâyemiz Kur’ân’ın hakîkatlerini anlamaya çalışmak ve o edviye-i Kur’âniyeden âlem-i asgarımıza Kur’ânî mânâların düşmesine çalışmak ve o hakîkatleri yaşamaya gayret etmektir. Bunu yaparken o güzide eserlere zarar vermeden ve rûh-u aslisini incitmeden istifâde ve istifâza etmemiz gerekiyor. Müellif-i muhteremin izin vermediği noktalara hamletmek mes’uliyetli bir iştir bilmeliyiz.
Risâle-i Nûrlar hepimizin ihtiyacını karşılayabilecek seviyede tarîh-i beşer noktasında emsâli ender eserlerdir. Çünkü “Evet tarîh-i beşer, Risâle-i Nûr gibi bir eser göstermiyor. Demek anlaşılıyor ki: Risâle-i Nûr, Kur’ân’ın emsâlsiz bir tefsîridir.” (Konferans, s: 56) tesbiti merhum Zübeyir Gündüzalp Ağabeye aittir.
Risâle-i Nûrlara muhatap olan bizler ve nesl-i âti elbetteki bu asrı ve gelecek istikbâl asrını kendisi ile alâkadar edecek bu Kur’ân hakîkatlerini anlamaya ve onlarla beşeriyetin hem iki dünya saâdetini, hem de sulh-u umûmîyi te’mîn edecek şekilde ilgilenecek ve beşer bundan başka bütün yolları denedikten sonra Kur’ân’a sarılacak ve Kur’ân’ın hakîkatlerini de ancak Risâle-i Nûrlar ile anlayacak ve öyle bir sarılacak ki beşeriyet Asr-ı Saâdet dışında belki de böyle bir insicâm ve salâbeti yaşamamış olacak. Bunu rahmet-i İlâhiyeden ümîd ediyor ve bekliyoruz inşâallah.
Risâle-i Nûrlar kendi kendisini öncelikle şerh ve izâh eden eserlerdir. Çünkü Bedîüzzamân Hazretleri bu mânâda bizlere gerekli îzâhları yapıyor ve şerh ve îzâhın da yollarını irâe ediyor.
Mücedditler tecdîd yaparken Kur’ân’ın rûh-u aslîsini bozmadan ve zerre kadar Kur’ân’a gölge olmadan tecdîdlerini yaparlar ki Risâle-i Nûrlar da bu noktada en parlak bir tecdîddir. Öyleyse bizler de Risâle-i Nûrları şerh ve îzâh ederken Risâle-i Nûrların rûh-u aslîsine çok dikkat etmeliyiz diye inanıyorum. Bu noktada bütün gayretimizle Risâle-i Nûrları nazara vermeye çalışmalıyız.
Madem Risâle-i Nûr mehazdaki kusiyeti (kudsiyet-i Kur’ân’iyeyi) bütün şeffâfiyeti ile göstermiş ve parlak bir ayna olmuş ise bizler de Risâle-i Nûrlara öylece ayna olmaya çalışmalıyız kanaâtindeyim. Çünkü “Kur’ân’ın bir nevi tefsîri olan Sözler’deki (Sözler, Risâle-i Nûrlar mânâsında kullanılmış olmalıdır) hüner ve zarâfet ve meziyet kimsenin değil, belki muntazam, güzel hakâik-i Kur’âniyenin mübârek kâmetlerine yakışacak mevzûn, muntazam üslûp libâsları, kimsenin ihtiyâr ve şuûruyla biçilmez ve kesilmez.” ihtârı çok ehemmiyetlidir.
Risâle-i Nûrlardan istifâde ve istifâza etmek için öncelikle araştırılan konuların müteferrik kısımları bir araya getirilmeli ve böylece Risâle-i Nûrları öncelikle kendisine şerh ve îzâh ettirmeliyiz. Çünkü “Risâle-i Nûr, îmânî mes’eleleri lüzûmu derecesinde îzâh etmiş. Risâle-i Nûr’un hocası, Risâle-i Nûr’dur. Risâle-i Nûr, başkalarından ders almağa ihtiyaç bırakmıyor. Herkes isti’dadı nisbetinde kendi kendine istifâde eder. Aklınız herbir mes’eleyi tam anlamasa da, rûh, kalb ve vicdanınız hissesini alır. Ne kadar istifâde etseniz, büyük bir kazançtır.” (Sözler, s: 772) denilmektedir.
Risâle-i Nûrların orijinal metinleri çok mühimdir. Çünkü orijinal metinleri aklımız anlamasa da kalb, rûh, vicdan ve latîfelerimiz hisselerini alırlar. Bunun için o metinlere muhtacız. İzâh edilen noktalar ise belki bir nebze aklımıza hitap ettiği için önem arz ediyor olabilir. Ancak hakîkî metnin yerini tutmayacağı da bir hakîkattir. Bir noktaya çok dikkat etmek gerekiyor! “Eğer biri, dairemiz içinde nefsin enâniyet-i ilmiyeden aldığı bir hisle, şerh ve îzâh haricinde bir şey yazsa, soğuk bir muâraza veya nâkıs bir taklitçilik hükmüne geçer.” (Mektubat, s: 426) îkaz ve ihtârını da Risâle-i Nûrlara muhatap olanların dikkate almaları elzem görülüyor.
Ortak noktalarımızı ve Risâle-i Nûrlar üzerine yapacağımız çalışmaları bizlere fark ettiren asrın îmamı Üstad Bedîüzzamân Said Nursî’de ve O’nun hayatının en mükemmel meyvesi olan Risâle-i Nûr’da aramalıyız. Onları anlamaya ve yaşamaya çalışmalıyız. Anlamasak da zararı olmadığını bilmeliyiz. Çünkü şahs-ı mânevî düstûru çok mühim bir sırdır. Çünkü o şahs-ı mânevî bu zamanın mühim bir âlimidir. İştirak-i âmal-i uhrevîyeye sırr-ı ihlâs ile dâhil olup uhuvvet ve tesânüd sıfatları bizleri derecemize göre nasiplendirecektir.
Hem “Risâle-i Nûr âhize ve nâkile ile mücehhez bir radyo-yu Kur’âniyedir ki, onun tel ve lâmbaları, ayna, tel ve bataryaları hükmündeki satırları, kelimeleri, harfleri öyle intizamkârane ve îcazdârâne bast edilmiştir ki, yarın her ilim ve fen adamları ve her meşrep ve meslek sahipleri, ilim ve iktidarları miktarında âlem-i gayb ve âlem-i şehadetten ve ruhaniyat âleminden ve kâinattaki cereyan eden her hâdisattan haberdar olabilir.” (Emirdağ Lâhikası-1, s: 97) Öyleyse intizamkârane ve îcazdârâne bast edilmiş olan Risâle-i Nûr’un satırları, kelimeleri, harflerini sadeleştirmek ve rûh-u aslîsinden koparmak hatadır ve zarardır bilmeliyiz.
Risâle-i Nûr Talebelerinden gelen bir mektuptaki ifadelere dokunamadığını beyan eden Abdülmecid Ağabeyin hassasiyetinden muhakkak bir îkaz ve ders almalıyız. Abdülmecid Ağabeyin hassasiyeti şöyle: “Hem de sizden gelen mektuplar saf, temiz, nûrlu bir fikirden çıktığından, okuyanlara ışık veriyor. Zulmetli fikrimden çıkan arîzalar ise, size zulmet vereceği ihtimalinden korkarak, titreye titreye takdime cesaret edemiyorum.” (Barla Lâhikası, s: 195)
“Hem bütün mümkinâtla alâkadar, o muhît ve ehass-ı havassın bile tam fâik derecesinde massedebilmesi, bence baîd diyebileceğim serâser nûr olan eserlere, fakir gibi, her husûsta nısf değil, hiçin hiçi olanların, bu husûsta mütalâa değil, elime kalem alıp o mübârek fikr-i âlinin içine müşevveş fikrimi karıştırmaktan korkuyorum ve cesâret edemiyorum.” (Barla Lâhikası, s: 108) diyen Hâfız Ali (ra) Ağabeyin Risâle-i Nûrlar için “müşevveş fikrimi karıştırmaktan korkuyorum ve cesâret edemiyorum” dediği korkuyu yaşamalıyız.
Risâle-i Nûrlar üzerine yapılan çalışmalarda Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri’nin On Yedinci Lem’a’da gelen ifâdelerini de dikkate almamız elzem görünüyor. “Şu notalar ve Arabî risâleler, Yeni Saîd’in en evvel hakîkat ilminden bir derece şuhûd sûretinde gördüğü için, tağyir edilmeden, mealleri yazıldı. Onun için, bazı cümleler, sair Sözler’de de zikredilmekle berâber burada da zikrediliyor. Ve bir kısmı, gâyet mücmel olmakla beraber, îzâh edilmiyor, tâ letâfet-i aslîyesini kaybetmesin.” (Lem’alar, s: 113) Her daim Kur’ân’ın bir nevî tefsîri Risâle-i Nûr’un o “letâfet-i aslîyesini” muhâfaza etmek vazîfesi Risâle-i Nûr’un has talebelerinin omuzlarındadır diye inanıyoruz.

Benzer konuda makaleler:

image_pdfimage_print

İlk yorumu siz yazın

Yorum yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir.


*