Risale-i Nur’un feyziyle doğan kuvve-i maneviye
*Bu dehşetli asrın taklidî itikadlarının, dayanak noktaları sarsılmış olduğundan; dalâlet ehlinin cemaat halindeki hücumuna karşı mukavemet edebilmek için, kuvvetli bir tahkiki imanın lâzım geldiğini, tahkiki imanı kalblere yerleştirme vazifesini ise bu en lüzumlu ve nazik vakitte, herkesin anlayacağı bir tarzda, Kur’ân ve iman hakikatlerini ispat ve delillerle izah ederek ehl-i imanın kalblerine verip, mü’minlere manen mukavemet ve cesaret veren ve kuvve-i maneviyeyi takviye eden Risale-i Nur ve Nur Talebeleridir.
İmanın verdiği metanetle kuvve-i maneviyenin ne kadar güçlü olduğunu yaşantısıyla gösteren Üstad Hazretleri’nin kuvve-i maneviyesi hakkında görüşlerine değinecek olursak Mektubat’ta yer alan bazı kısımları nakledebiliriz:
*16. Mektub’un Zeyli’nde Üstad; ehl-i dünyanın sebepsiz yere kendisini tarassut altına aldıklarını beyan ettiği bir bölümde, bir-iki gece dahi Barla Dağı’nda kalmasına müsaade etmemelerine gerekçe olarak “Said elli bin nefer kuvvetindedir, onun için serbest bırakmıyoruz.” dediklerini işittiğini söylüyor. Ve onlara cevaben: “Ey bedbaht ehl-i dünya! Bütün kuvvetinizle dünyaya çalıştığınız halde, neden dünyanın işini dahi bilmiyorsunuz? Divane gibi hükmediyorsunuz. Eğer korkunuz şahsımdan ise; elli bin nefer değil, belki bir nefer elli defa benden ziyade işler görebilir. Yani, odamın kapısında durup, bana “çıkmayacaksın” diyebilir. Eğer korkunuz mesleğimden ve Kur’’ân’a ait dellâllığımdan ve kuvve-i maneviye-i imaniyeden ise; elli bin nefer değil, yanlışsınız! Meslek itibariyle elli milyon kuvvetindeyim, haberiniz olsun! Çünki Kur’ân-ı Hakîm’in kuvvetiyle sizin dinsizleriniz dâhil olduğu halde, bütün Avrupa’ya meydan okuyorum. Bütün neşrettiğim envâr-ı imaniye ile… Allah’ın tevfikiyle beni o mesleğimin bir mes’elesinden geri çeviremezler; inşâallah mağlûb edemezler!..” diyor.
*Bununla beraber Üstad 26. Lem’a’da Hasbünallahü veniğmel vekil âyetiyle gelen manaların feyziyle ve aldığı dersle öyle bir kuvve-i maneviye bulduğunu beyan eder ki, bu manevî kuvvetle dünyalara meydan okuyacak bir iman gücü hissettiğini ifade eder.
Ayrıca 29. Mektubta şeytanın desiselerini konu alan bölümde ise; zayıf ve aciz masumlar taifesinden olan çocukların kuvve-i maneviyelerinin; medeniyetin geliştirmiş olduğu yeniliklerin veya maddî felsefî düsturların talimiyle değil teslim-i İslâmî telkinatıyla ve tevekkül-ü imanî ders ve terbiyesiyle takviye olacağı nakledilmektedir.
*7. Şuâ’da yer alan Âyetü’l- Kübra Risalesi’nde ise; kâinattan hâlıkını soran bir seyyahın müşahedatlarının hitamında; kâinat denilen bu geniş dersanede muhterem üstadların neşrettiği nurlardan aldığı dersler ile elde edilen kuvve-i maneviyenin mukavemetiyle bütün inkâr ehli toplansa dahi iman-ı tahkikiyi elde eden zatı istikametinden şaşırtıp sarsamayacağı beliğ ve veciz bir dille delillendirilmektedir.
*Ayrıca Üstad Hazretleri Nur Talebeleri arasındaki kuvvetli tesanüdün; hakikate dayanmaya muhtaç bulunan ehl-i imana nasıl bir kanaat oluşturduğu hakkındaki görüşlerini beyan ederken; “sizin kuvvetli tesanüdünüzü gören kanaat eder ki; bir hakikat var, hiçbir şeye feda edilmez, ehl-i dalâlete başını eğmez, mağlûb olmaz diye kuvve-i maneviyesi ve imanı kuvvet bulur, ehl-i dünyaya ve sefahete iltihaktan kurtulur.” der ve imanın halisiyetinden doğan ihlâs sırrıyla mü’minler arasında müthiş bir tesanüd ve kuvve-i maneviye hakikatinin açığa çıkacağını bildirir.
Şeyma TÜRKAN 03 Eylül 2016, Cumartesi