İslâm’ın gür sâdâsı Risale-i Nur’dur ki, te’lifine başlanıldığı günden beri hep hücuma maruz kalmış, müsadere edilmiş, takibata alınmış ve her defasında adil mahkemelerin beraatine mazhar olmuştur.
“Gönlüm seni, kudsî heyecanlarla eder yâd.”
(Birinci mısra gibi duran başlığımızla uyum sağlayan ikinci mısra Ali Ulvî Kurucu’ya ait.)
***
Ahirzamanın dehşetli bir döneminden geçiyoruz. Bütün bu inkılâplar, vuruşmalar, savrulmalar ve karmakarışık ahval içerisinde en gür sâdânın İslâm’ın sâdâsı olacağı müjdesini tâ baştan alanlar için korku yok, yılmak yok, yıkılmak yok, yeis yok!
Eğer ki siz, “felâket ve helâket asrının adamı”na “adamımız” dediyseniz, onun çektiklerinin benzerlerini çekeceksiniz. Onun tattıklarının benzerlerini tadacaksınız! Ve onun kudret-i İlâhî ile kazandığı zaferlerin benzeriyle de mükâfatlandırılacaksınız!
İşte, 666 gün süren çileli, sıkıntılı, mücadeleli, tevakkuflu ve de tevafuklu bir dönemden sonra zaferle mükâfatlandırılmak da bu kabilden olsa gerektir. Lâkin durun bakalım, hâlâ yolun başında sayılırsınız. Henüz Üstâd hayattayken, ahrarların dirilişi mânasındaki Demokratların ortaya çıkmasına kadar acaba kaç gün beklenilmişti? Ya peki Ezan-ı Muhammedî’nin aslına çevrildiği güne kadar? Bugün hâlâ zaferler tattıracak bir yığın hâdise önümüzde duruyor. Ayasofya’nın yeniden beş yüz senelik vaziyet-i kudsîyesine çevrileceği zamanı mı dersiniz.. İstibdatlara dâvetiye çıkaran ve istibdat ruhunu barındıran resmî ideolojiden tamamen kurtulup, tam bir hürriyet ve demokrasi havasını soluklayacağımız günleri mi dersiniz.. İsevîliğin İslâm ile ittifakı mânasındaki AB’ye dahil olacağımız günleri mi dersiniz..
Ahirzamandan haber veren hâdis-i şerifin, Kastamonu Lâhikasındaki, kalbe ihtar edilen tefsirini hatırlayalım. Ulvî ve kudsî bir zaman lâhzasında, bu hâdis-i şerifi birden hatırlayan Üstâd, “Belki, Risale-i Nur şakirtlerinin taifesi ne kadar devam edeceğini düşündüğüme binaen ihtar edildi.” diyor. Bu dersin devamında galibane sürecek bir zaman diliminin müjdesini veriyor ki, kim bilir bu zaman diliminde kudret-i İlâhî daha nice zaferler tattıracaktır. Yeter ki biz, biz olalım ve sadece hizmetle mükellef olduğumuzun idraki içinde kalalım.
Üstadın çektiği çileler, maruz kaldığı sıkıntılar ne kadar sayısız idiyse, hayatı boyunca tattığı zaferler de öyle sayısız olmuştur. Onlardan bir tekini bile burada nazara vermek, peş peşe bir kaç tanesini sıralamayı gerektirir ki, hangi birisini sayacaksınız? Daha çocukken tattığı zaferler bile saymakla bitmez. Ya gençliğinde kazandığı zaferler! Ya bir de, “Eski Said’in on senelik gençliğini bana verseler, ben şimdi Yeni Said’in bir senelik ihtiyarlığını vermeyeceğim.” dediği ihtiyarlığına merhameten ihsan edilen ve yüzünü güldüren zaferler! Kaç defa ölümden, idamdan döndürülmesi! Hapiste mürebbi, mahkemede hâkim, sürgünde sultan olması! Ve zaruret olmadan bunların hiçbirisini belli ettirmemek, serrişte etmemek şiarındaki kulluğun zirvesinde bir halet-i ruhiye içinde odaklandığı dâvâya müteveccihen vazife aşkıyla yol alması! En büyük zaferinin de, milyonların imanını kurtarmaya vesile olması!
Hele bir de Üstada, en yüksek gür sâdânın İslâm’ın sâdâsı olacağı müjdesini veren meclise ne demeli..
Âlem-i Misal’de “Mukadderat-ı İslâm için teşekkül eden bir meclis-i muhteşem!”
Felâket ve helâket asrının adamı da oraya dâvet edilir. Kendi tabiriyle, mânen rüya olan yakazada (uyanık âlemde) bulamadığını, hakikaten yakaza olan rüya-yı sâdıkada bulur.
“Gittim, gördüm ki; münevver, emsalini dünyada görmediğim, Selef-i Salihînden ve a’sârın meb’uslarından her asrın meb’usları içinde bulunur bir meclis gördüm. Hicap edip kapıda durdum.
Onlardan bir zât dedi ki: ‘Ey felâket, helâket asrının adamı, senin de reyin var. Fikrini beyan et!’”
Beyan eder, hem öyle bir beyan eder ki, o muhteşem meclis, onu takdir ve tasdik eder.
Başında muhtemelen iki cihan serveri Hz. Peygamber Efendimizin (asm) bulunduğu o meclisten şu sâdâ yükselir: “Evet, ümitvar olunuz. Şu istikbal inkılâbı içinde, en yüksek gür sâdâ İslâmın sâdâsı olacaktır!”
ZAFERDE PAYI OLANLAR
İslâm’ın gür sâdâsı da Risale-i Nur’dur ki, te’lifine başlanıldığı günden beri hep hücuma maruz kalmış, müsadere edilmiş, takibata alınmış ve her defasında adil mahkemelerin beraatine mazhar olmuştur.
En son 666 gün zarfında yaşananlar da, hücum ve takibatın sinsî, hileli ve planlı bir versiyonuydu ki, Allah’ın lütfu ve inayetiyle hizmetin önünü daha da açacak bir mahiyette sona erdirildi. Kazanılan bu zafer, (bilseler de, bilmeseler de) bütün Nur grupları adına kazanılmıştır. Hatta bütün İslâm Âlemi ve insanlık adına kazanılmıştır. Hatta bugün her taraftan başı dertte olan ehl-i hükümetin de hesabına (eğer idrak ederse) kazanılmıştır. Zira bu serbestiyet, musîbetlerin def’ine de vesile olacaktır inşaallah. Cenâb-ı Hak, Yeni Asya’nın hukuk mücadelesinde, ona destek olan, ona arka çıkan çok sebepler halk etti ki, onları da hep hatırlamak lâzım. Okurlarımızın duyarlılığı, kavlî ve fiilî duâlar, her vesile kullanılarak ilgililerin ve yetkililerin uyarılması, yeni vefat eden ve Üstadına kavuşan Ahmet Aytimur Ağabeyin, en baş aktöre yazdığı mektubun manevî himmeti ve daha umulmadık caniplerden umulmadık destekler!. Ve hiç unutulmayacak isimler arasında, Anayasa Mahkemesi’nin sağduyulu ve hakperest üyeleri! Ya hele bu meseleyi Anayasa Mahkemesi’ne taşıyan sebebe ne demeli.. Cenâb-ı Hakk’ın hikmetinden sual olunur mu?
Merhum Halil Uslu Ağabey, vefatından kısa bir süre önce Avusturya’da mealen şunu anlatmıştı: “Bir kaç dostla ders ve sohbet esnasında, Milletvekili Akif Hamzaçebi’yi telefonla arayıp, yürekten tebrik ettim. Bir de bir Nurcu hatırası aktardım. ‘Emirdağ’da, tarassut altındaki Üstadın evinden bazı Risaleler alınıp yerine ulaştırılacak. Tarassut var, korku var, kimse yanaşamıyor. Külhanbeyliliği ve kabadayılığıyla tanınan namazsız bir adam, onlara ‘Sizin imanınız zayıf, ben alıp götürürüm’ deyip torbadaki Risaleleri sırtına alıyor ve yerine götürüyor. Kimse ona bir şey diyemiyor. Sonra Bediüzzüman ona duâ ediyor, o da iman ve ibadet yoluna giriyor.’ Sırlar Âlemi.”
Demek ki, Üstadın Hilmi Uran’a yazdığı mektubun tasarrufu da devam ediyor.
Benzer konuda makaleler:
- En Büyük Bir Kuvvet: İhlâs
- Küfr-ü mutlak, Cehennem-i manevi neşrediyor
- Risale-i Nur ve âhirzamanın dehşetli şahısları
- Kadere iman etmeyen nasıl yaşayabilir?
- Risale-i Nur manevî tefsirdir
- Dedem Tahirî Mutlu
- Şükrün ölçüsü nedir?
- Hizmette istikamet
- Risale-i Nur’un feyziyle doğan kuvve-i maneviye
- Üstad Bediüzzaman, Risale-i Nur ve Yeni Asya
- Bediüzzaman’ı tanıyalım
- Üstadın bayramları
- Risale-i Nur derslerinin önemi
- Urfa’da Bediüzzaman Demleri..
- Hasan Kalınoğlu Ağabeyin ardından
İlk yorumu siz yazın