Abdest alıp işyerinden ayrıldım. Öğle namazını kılmak için en yakın mescide yöneldim. Ezana beş-altı dakika vardı. İlahiyat mezunu olduğunu bildiğim hoca; erken gelenlerle sohbet ediyordu. Ben içeri girdiğimde sözlerini beşerî rejimlerin insanları kurtaramayacağından bahisle demokrasinin de bir ‘küfür rejimi’ olduğu ifadesiyle bitirdi.
Ezan okunup öğle namazı kılındıktan sonra hocanın yanına gittim. Ve beş dakika özel görüşmek istediğimi söyledim. Kabul etti. Kendisine ‘mahrem’ kelimesinin manasını sordum. Söyledi. Peki, Türkçede kullanılan ‘namahrem’ ne manaya geliyor dedim. Şaşırdı. Çünkü Arapçada ‘gizli’ anlamına gelen kelime başına ‘na’ olumsuz ekini alarak ‘gizli olmayan’ anlamına gelmesine rağmen Türkçede tamamen zıt anlamıyla ‘gizli’ manasını ifade ediyordu.
Demek isimlerin değişmesi ile manalar değişmiyordu. Bu örneği verdikten sonra Bediüzzaman Hazretleri’nin bu tesbiti yaptığını; ‘demokrasi’ kelimesinin de böyle olduğunu söyledim. Hatta Bediüzzaman Hazretleri’nin yaşadığı devirlere göre önce ‘Meşrûtiyet’ sonra ‘Cumhuriyet’ daha sonra da ‘Demokrasi’ye aynı manayı yani “adalet, meşveret ve kanun hâkimiyeti” manasını ifade etmesi sebebiyle sahip çıktığını vurguladım. Ayrıca bu kelimelerin başına ‘meşrûa’ kelimesini getirerek ‘Kur’ânın Hükümlerine’ uygun olması şartını da ilâve ettiğini ifade ettim. Böylece bu kelimeleri rahatlıkla kullanabileceğini çünkü bunun aynı zamanda Bediüzzaman Hazretleri’nin ‘fetvası’ olarak anlaşılması gerektiğini anlattım.
Hoca, “Fakat buraya gelenler cami cemaati ve İslâmî bilgisi zayıf insanlar; ben öyle söylersem yanlış anlayıp bu rejimleri Kur’ân’a ve Sünnete uygun zannederler” diye itiraz etmesin mi?
Fesuphanallah!.. Yahu Hocam, Bediüzzaman Hazretleri “hayatımda iki sünneti terk etmek zorunda kaldım. İnşallah otuz sene çektiğim eza ve cefalar buna kefaret olur” diyen bir Müslüman dedim. Böyle bir insanın fetvası nasıl Kur’ân ve sünnete aykırı olabilir? Bilâkis bilindiği gibi anlaşılsın diye o kelimeleri kullanıyor.
Neden mi? Çünkü bir asır öncesinden bu milletin en büyük hastalığının ‘zaaf-ı diyanet’ yani dinini bilmemek olduğu tesbitini yaptığı için. Milletin yüzde sekseninin bu bilgisizliklerinden dolayı ‘mütehayyir’ yani ‘şaşkın’ halleriyle düştükleri sefahat bataklığından çıkamadıklarını; üstelik bataklığın pis ve kokuşmuş çamurunu misk-ü amber gibi ellerine yüzlerine sürdüklerini ifade etmektedir.
Bu millet hakikaten İslâmı bilseydi; meselâ kişi başına 1,4 litre içki tüketebilir miydi? Ya da geçen yıl, yılbaşında 33 milyon piyango bileti satılabilir miydi? Yani büyük günahlardan olan içki ve kumar bu kadar rağbet görebilir miydi? Haramlar bu kadar rahat işlenir miydi?
İşte Bediüzzaman Hazretleri bu iman zaafiyetini bir asır öncesinden tesbit ederek ‘din adına ortaya çıkmak’ gerektiğini iddia edenlere mukabil bu milletin asgarî müştereğinin ‘din’ değil hürriyet ve serbestiyeti çağrıştıran ‘demokrasi’ olmasının daha uygun olduğu fetvasını Kur’ân namına ortaya koymuştur.
Böylece iman zaafiyetinden dolayı İslâma sahip çıkamayan mütehayyir çoğunluğun İslâm dinine en yakın bir model olan demokrasiye sahip çıkmalarını sağlamıştır. Tıpkı Asr-ı Saadette yaşanan Hudeybiye anlaşması sonucunda olduğu gibi; huzur ve barış ortamında yani ‘müsbet hareketle’ iman hizmetinin daha verimli olacağını ispatlamıştır.
Meşhur İrlandalı yazar, siyaset bilimci, düşünür George Bernard Shaw: “İngiltere’de demokrasi kemale ermiştir. Bir adım ötesi İslâm’dır” diyerek İngiltere, Amerika ve Avrupa’daki demokrasinin bile Asr-ı Saadetteki demokrasiye yetişemediğini itiraf etmesi boşuna değildir. Çünkü demokrasilerde, meselâ bazı milletvekillerine ve idarecilere tanınan dokunulmazlık hakkı İslâmiyette yoktur. Herkes hukuk karşısında eşittir.
Ayrıca Bediüzzaman Hazretleri’nin bu fetvası tek parti döneminin menfi İslâmiyet propagandasını da tesirsiz hale getirmiştir. İman hizmeti her türlü baskılara rağmen yapılabilmiştir. Hocayla daha sonra detaylı şekilde konuşmak üzere sözleşip gideceğim yere doğru yola çıktım.
Hüseyin ÇETİNSOY
huseyincetinsoy@hotmail.com
Benzer konuda makaleler:
- Çoğulculuk hakkında
- Prof. Dr. Karaman Bediüzzaman’ı, ben Karaman’ı anlamaya muhtacız! (2)
- Reisin sofrasına otur(ma)mak
- Münazarat, bir ‘demokrasi beyannamesi’dir
- Dehşetli kelimeler
- Belki kelimesinin mânâsı
- Allah, o bayramı bir daha yaşatsın
- Mehdî-i Âl-i Resul ve şahs-ı mânevî
- Prof. Dr. Karaman Bediüzzaman’ı, ben Karaman’ı anlamaya muhtacız! (1)
- “İkinci vatanım Barla”
- “Yeter, söz milletindir”
- Bediüzzaman’ın mektupları
- Açılım Said Nursî ile topluma mal olur.
- Bediüzzaman`ı anlamıyorlar
- Lâzım-ı mezheb, mezheb değildir
Selamünaleyküm.
Evet.Din bu ülkede yerlerde sürünüyor.Çünkü öğrencilerin din dersi kitapları çok yetersiz.Kurandaki büyük günahların hepsi yazmıyor.Öğrenciler zinanın dahi en büyük günahlardan biri olduğunu öğrenmiyorlar.O devrin bilgisiyle bilinmesi mümkün olayan onlarca bilim ayeti var.Ancak bunlarda yazmıyor.Sadece Hadid suresi-25. Ayette ki dünyanın ağırlığının ve yer çekiminin artırılmasını yazan ayetin açıklaması kitaplarda bulunsa belki bir çok ateist müslüman olacak.Bunlar Diyanetin tefsirlerinde dahi yok.Müslümanların bunu Milli Eğitim Bakanlığından acilen talep etmeleri gerekiyor.