Said Nursi’yi ağlatan hal

said-nursi-00010“Said Nursi’yi ağlatan, bugün yaşadığımız anarşidir, bugün yaşadığımız terördür. Said Nursi’yi ağlatan, bugün gencecik fidanları toprağa veren anaların gözyaşlarıdır. Said Nursi’yi ağlatan, bugün yetim kalan çocuklar, dul kalan gelinlerdir.”
SAİD NURSÎ AĞLIYOR

Said Nursî’nin bir hatırasını sizlerle paylaşmak istiyorum: 1935 yılında Eskişehir Hapishanesinde bulunuyordu; Bir cumhuriyet bayramında, hapishanenin penceresinden dışarı bakarken; hapishanenin karşısındaki lise mektebinin bahçesinde gülerek raks eden kız öğrencileri gördü.

Ve bir an onların istikbaldeki hallerini tahattur eder ve ağlamaya başlar…1

Aslında Said Nursî’yi ağlatan bu milletin geleceği, bu milletin çocuklarının, gençlerinin geleceğiydi.

Okuyanlar bilir; Said Nursî’nin o gençlerle hayalen bir konuşması, muhaveresi vardır. Ama kendisi “hayal değil hakikattir” diye de ekler. Ne yazık ki tam da bu günlerde biz millet olarak ümmet olarak o gerçeği yaşamaktayız.

Said Nursî’yi ağlatan, bugün yaşadığımız anarşidir, bugün yaşadığımız terördür.

Said Nursi’yi ağlatan, bugün gencecik fidanları toprağa veren anaların göz yaşlarıdır.

Said Nursî’yi ağlatan, bugün yetim kalan çocuklar, dul kalan gelinlerdir.

O günkü eğitim sistemi, bugünün kaosunu, bugünün terörünü meyve vermiştir ve memleketi kan gölüne çevirmiştir.

TERÖRÜ MEDRESET’ÜZ-ZEHRA BİTİRİR

Said Nursî’nin alternatif bir eğitim sistemi olarak teklif ettiği Medreset’üz-Zehra bir türlü hayata geçirilememiştir. Arapça’nın vacip, Türkçe’nin lazım, Kürtçe’nin caiz olduğu; fen ve din ilimlerinin birlikte okutulacağı ve İttihad-ı İslamı sağlayacak, din kardeşliğini pekiştirecek böyle bir eğitim sisteminin ömür boyu mücadelesini veren Said Nursî’nin, geleceği inşa etme projesine maalesef fırsat tanınmamıştır. Büyük kafalar gaflet içerisinde kalmaya devam etmişlerdir.

Terörü, anarşiyi ve kaosu ortadan kaldırmanın yolu böyle bir üniversitenin hayata geçirilmesinden geçmektedir.

İslam’ın reddettiği ırkçılık ve unsuriyetçilik fitnesinin ortadan kaldırılmasının yolu, bu manada bir üniversitenin hayata geçirilmesinden geçmektedir.

‘’Böyle bir İslam Üniversitesi Asya’da lazımdır.’’2 diyordu Said Nursi.

Gerekçeleri de gayet yerindeydi. Böyle bir üniversite kurulmalıydı ki, İslam kavimlerini; Arabistan Hindistan, İran, Kafkas, Türkistan, Kürdistan’daki milletleri, menfi ırkçılık ifsad etmesin diyordu. Hakiki milliyetleri olan İslam milliyeti ile, mü’minler kardeştir sırrına mazhar olsunlar diyordu.

Böyle bir üniversite Van’da, Bitlis’te, Mardin’de, Diyarbakır’da, Nahçivan’da, Azarbaycan’da, Kafkasya’da hayata geçirilebilseydi bu terör olmazdı. Irkçılık belasına düşmezdik. Kardeş olduğumuzu idrak ederdik.

Bugünde, bu terörü, bu anarşiyi ortadan kaldırmanın; Kürd’ün Türk’e, Türk’ün Arab’a kardeş olduğunu anlatmanın yolu; böyle bir eğitim sisteminden geçmektedir. Terörün çaresi; Medreset’üz-Zehra projesinin hayata geçirilmesinden geçmektedir.

1922 TBMM’sinde Said Nursî Medreset’üz-Zehra projesinden bahsedince, bazı milletvekilleri Said Nursî’ye diyorlar ki:

“Biz şimdi geleneksel ve dini ilimlerden ziyade batılılaşmaya ve medeniyete muhtacız.’’3

Said Nursi onlara çok enteresan bir örnek veriyor. Diyor ki;

‘’Ben Van’da iken, hamiyetli Kürt bir talebeme dedim ki: ‘Türkler İslamiyet’e çok hizmet etmişler. Sen onlara ne niyetle bakıyorsun?’ Yani Türklere bakış açın ne?

Diyor:

Ben Müslüman bir Türk’ü, fasık bir kardeşime tercih ediyorum. Belki babamdan ziyade seviyorum alakadarım” dedi.

Zaman geçti diyor, Bediüzzaman. Aradan zaman geçti. Üstad I. Dünya savaşına katıldı, esir düştü. Sonra Rusya’dan firar etti. Memlekete döndü. Aynı talebeyle karşılaştı. ‘’O talebem, ben esarette iken, İstanbul’da mektebe girmiş. Esaretten geldikten sonra gördüm. Bazı ırkçı muallimlerden aldığı aksülamel ile o da Kürtçülük damarıyla başka bir mesleğe girmiş. Bana dedi: ‘Ben şimdi gayet fasık, hatta dinsiz de olsa bir Kürdü salih bir Türk’e tercih ediyorum.’

Sonra ben onu birkaç sohbette kurtardım. Tam kanaati geldi ki; Türkler bu İslam Milletinin kahraman bir ordusudur.’’4

Ve Said Nursî milletvekillerine soruyor:

“O talebenin birinci hali mi iyidir, yoksa ikinci hali mi?”

Said Nursî o talebesini kurtardı. Risale-i Nur isimli Kur’ân tefsiriyle milyonlar insanı, ırkçılık belâsından kurtardı. Peki, ya Said Nursî ve eserlerinin ulaşamadıkları ne yaptılar?

Ne mi yaptılar?

İşte Güneydoğu…İşte Irak… İşte Suriye… Bizim, sizin din adına, Allah adına, İslamiyet adına ulaşamadıklarımız ortalığı Cehenneme çeviriyorlar.

‘Türk Milleti İslamiyet’e bayraktarlık etmiş, din uğruna yüz binlerle, milyonlarla şehit vermiş, milyonlarla evliya yetiştirmiştir. Türk milletine kılıç çekilmez!”5 diyen Said Nursî’yi, Kürtlerin de Arapların da dinlemesi gerekir.

Bu hakikatlerin bu din kardeşliğinin anlatılması yaşanması ve yaşatılması gerekiyor, Ey Müslümanlar.

Kürd’ün, Türk’ün, Arab’ın kardeş olduğu gerçeğinin anlatılması gerekiyor yaşanması ve yaşatılması gerekiyor.

İşte o neslin ve o eğitim sisteminin bizi ve memleketimizi getirdiği hal bu hal. Bu hali bu gün, kan ve gözyaşı ile yaşıyoruz arkadaşlar.

Said Nursî’nin hayalen karşısında durup: ‘’Biz hayatın her türlü zevkini safasını tatmak ve tattırmak istiyoruz” diyen gençler Batılı modernist eğitim sisiteminin kurbanı olmuşlardır.

‘’Ecnebiler gibi olmak istiyoruz; hayvan gibi hayatımızı keyif ve lezzetle geçirmek için sefahat ve eğlencelerle böyle ince şeyleri düşünmeden yaşayacağız.’’6 diyen gençlerin anlayışı çarpık ve moral değerlerden yoksun eğitim sisteminin ta kendisiydi.

SAİD NURSÎ NİÇİN AĞLAMIŞTI?

Aslında Said Nursî neye ağlamıştı biliyor musunuz?

‘’Ben çocuğumu elinden tutarak devlete teslim ettim okusun diye verdim terörist, anarşist olsun diye devlete teslim etmedim.’’ diyen babanın feryadına ağlamıştı Said Nursî.

‘’Şimdiki tohumların mahsulü ıslah olmazsa tokatları dehşetli olacak!’’7 diyordu Said Nursî.

Ve Said Nursî, bu çarpık eğitim sistemine karşın, Gençlik Rehberi isimli bir eser neşrediyor ve gençliğimizi kurtarmanın telaşına kapılıyordu. “Ey bu vatan gençleri Frenkleri taklit etmeyin!’’8 diyordu.

Genç kızlarımızı, aile hayatımızı kurtarmak için ‘Hanımlar Rehberi’ isimli bir eser neşrediyor ve aile hayatımızı kurtarmaya çalışıyordu.

BEDİÜZZAMAN’IN BİR TEK GAYESİ VARDI

Afyon Hapishanesinde tutuklu iken, avukatı aracılığıyla bir dilekçe yazıyor ve Başbakanlığa, Adalet Bakanlığına, İçişleri Bakanlığı’na gönderiyordu. Said Nursî yazdığı bu dilekçede sanki bu günkü memleketin halini görüyormuşçasına feryat ediyor ve diyordu ki;

‘’Bir tek gayem vardır o da mezara yaklaştığım bu zamanda, İslam memleketi olan bu vatanda, Bolşevik baykuşlarının seslerini işitiyoruz. Bu ses âlem-i İslam’ın iman esaslarını zedeliyor. Halkı, bilhassa gençleri imansız yaparak kendisine bağlıyor. Ben bütün mevcudiyetimle bunlarla mücadele ederek gençleri ve Müslümanları imana davet ediyorum. Bu iman düşmanlarına karşı mücahede açan dindar kuvvetlerle el ele vermek benim için mukaddes bir gayedir. Beni serbest bırakınız. El birliğiyle komünistlikle zehirlenen gençlerin ıslahına ve memleketin imanına, Allahın birliğine hizmet edeyim!..’’9 diyor.

Ve meydana getirdiği Risale-i Nur Külliyatı isimli eseriyle, muazzam Kur’an tefsiriyle Said Nursî, komünizmle, anarşiyle, terörizmle mücadele etmiştir. İnsanlara yaratılış gayelerini ve İslam’ı ders vermiştir.

Anarşi ve terörü yok etmenin yolu, Said Nursî’nin ortaya koyduğu eserleri yasaklamaktan değil, bu eserleri serbest bırakıp bu esrelere sahip çıkmaktan geçmektedir.

Atilla YILMAZ
ahocam@hotmail.com  15 Mart 2016, Salı
Dipnotlar:
1- Bediüzzaman Said Nursi.YAN.Asay-ı Musa.s.17 –
2-Bediüzzaman Said Nursi.YAN.Emirdağ lah.s.438 –
3-age.s.438 –
4- age.S.438 –
5- Bediüzzaman Said Nursi.YAN.Beyanat ve tenvirler.s.137-
6-Bediüzzaman Said Nursi. YAN.Asy-ı Musa –
7-Bediüzzaman Said Nursi.YAN.Şualar.s.241 –
8- Bediüzzaman Said Nursi.YAN.Lem’alar.s.124 –
9- Bediüzzaman Said Nursi.YAN.Şualar.s.425