On Hakîkî Müttehid Adam

panel-00002İttihâd; fikirlerin birbirine kaynaşması, dayanışma ve yardımlaşmada birlik, aynı fikir etrafında birleşmedir. Tesânüd için ise üç elifin bir çizgi üzerinde maksatta birbirini desteklemesi, yardımlaşma ve dayanışması olarak düşünebiliriz. İttifâk ise fikirlerde birlik, fikri beraberlik veya birleşme ve söz birliği etmedir.

Mesela müslümanlar fikrî olarak ittifâk yapmalıdır. Binlerce ittifâk noktaları vardır. Ancak ittifâk ve ittihâd hüdâdadır. Fikrî birlik öncelikle hüdâda sağlanmalıdır. Çünkü; ittifâk ve ittihâd cehil ile olmaz. Hakta ittifâk, ehakta ihtilâf olduğundan öncelikle hakta ittifâk elzemdir. Bedîüzzaman Hazretleri bunu şöyle ifade eder: “Lâkin ittihad, cehl ile olmaz. İttihâd, imtizac-ı efkârdır. İmtizâc-ı efkâr, mârifetin şua-ı elektrikiyle olur.[1]

Kalblerin birliği için îmânî birlik gerekir. İçtimâî ve sosyal hayattaki birlik için de itikadî birlik gereklidir.”Evet, tevhid-i îmânî, elbette tevhid-i kulûbu ister. Ve vahdet-i itikad dahi, vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder.[2]“ Bedîüzzamân Hazretleri gerekli îzahları yapmış ve ölçüleri koymuştur. Bizim vazîfemiz o ölçüleri hayata tatbik etmek ve yaşamak olmalıdır.

Mes’eleye İhlâs Risâlesi’nden bir paragrafla devam edelim.“Hakikî, samimî bir ittifakta herbir fert, sair kardeşlerin gözüyle de bakabilir ve kulaklarıyla da işitebilir. Güya on hakikî müttehid adamın herbiri yirmi gözle bakıyor, on akılla düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor, yirmi elle çalışıyor bir tarzda mânevî kıymeti ve kuvvetleri vardır.[3]

Yukarıdaki ifadelerden âlemimize farklı mânâlar ve izdüşümüler fehmediyoruz. On hakîkî müttehid yani ittihâd etmiş adamın oluşturduğu kuvvet; ”Her bir adam ittihâd sırrı ile yirmi gözle bakıyor, on akılla düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor ve yirmi elle çalışıyor.” Bu tarz kıymet ve kuvvet her bir ferdin kavuştuğu kıymet ve kuvvet oluyor.

Şimdi de on müttehid adamın küllî mânevî kıymet ve kuvvetine bakalım.

On müttehid adam küllî olarak; 10×20=200 gözle bakıyor,10×10=100 akılla düşünüyor,
10×20=200 kulakla işitiyor,10×20=200 elle çalışıyor; mânevî kıymet ve kuvvet derecelerine çıkıyorlar. İşte ittihâdda mükemmel bir kuvvet ve kıymet. Şahs-ı mânevînin tezahür sırrı herhalde bu olmalı.

Bu sırda on müttehid adamanın maksatta birlik, iştirak-i âmal-i uhrevîyede sırr-ı ihlâs ile iştirak ve sırr-ı uhuvvet ile tesânüd ve sırr-ı ittihad ile teşrikü’l-mesâi sırlarının tezahürü ile oluşturdukları şahs-ı mânevinin mânevî kuvveti daha net olarak anlaşılmış oluyor.

Şimdi münferid olarak bir kişi bir akılla düşünürken, ittihad neticesinde on akılla düşünüyor ve on adamın ittihadı ile ise yüz akılla düşünülmüş olması şahs-ı mânevinin ne kadar kuvvetli ve şahs-ı mânevi-i dalalet karşısında ne kadar sarsılmaz bir güç olduğu anlaşılıyor.

Bedîüzzamân Hazretleri buna şöyle işaret ediyor.”Halbuki şu zaman cemaat zamanıdır, şahıs zamanı değil. Şahıs ne kadar dâhi ve hattâ yüz dahi derecesinde olsa, bir cemaatin mümessili olmazsa, bir cemaatin şahs-ı mânevîsini temsil etmezse, muhalif bir cemaatin şahs-ı mânevîsine karşı mağlûptur.[4]

Bu mânâların hayatımıza yansıması için şahsî hareket ve cesaretten kaçınarak on hakîkî müttehid adamın kıymet, kuvvet ve derecesine kavuşmak mecburiyetindeyiz. Şahsen çok zeki ve dahi hatta haklı da olsak, on hakîkî müttehid adamın kıymet ve kuvvetinden çok geride kalacağımız malumdur. Risâle-i Nûr dâvâsı nefislerin hesaplaşması ve çarpışması dâvâsı değil, nefislerin terbiyesi dâvâsıdır. Kim ki Risâle-i Nûr dâvâsında ucuz hesaplar içersine girmişse buna hepimiz dâhiliz en büyük vartaya düşmüşüz demektir. Risâle-i Nûrlardaki ihlas, sadâkat ve tesânüd sıfatlarına zarar verecek fiillerden azami derecede uzak durmamız gerekiyor. Eğer bu vasıflara zarar dokunacak fiiller işliyorsak Üstâdımıza söz verdiğimiz ihlâs, sadâkat ve tesânüd sıfatlarına aykırı davranmış oluruz. En önemlisi de ittihad ve tesânüd sırrı hakîkatine muhalefet etmiş olunur. O zaman “İhtilâfa düşmeyin; sonra cesaretiniz kırılır, kuvvetiniz elden gider.[5]” ayetindeki îkaza da muhatap olmuş oluruz. Buna ise hiç birimizin hakkı olmadığı kanaâtindeyim.

Öyleyse Üstâ Hazretleri’ne kulak verelim;” Aziz kardeşlerim, Evvel âhir tavsiyemiz, tesânüdünüzü muhafaza; enâniyet, benlik, rekabetten tahaffuz ve itidal-i dem ve ihtiyattır.[6]” “Kardeşlerimden ricâ ederim ki: Sıkıntı veya ruh darlığından veya titizlikten veya nefis ve şeytanın desiselerine kapılmaktan veya şuursuzluktan arkadaşlardan sudur eden fena ve çirkin sözleriyle birbirine küsmesinler ve “Haysiyetime dokundu” demesinler. Ben o fena sözleri kendime alıyorum. Damarınıza dokunmasın, bin haysiyetim olsa kardeşlerimin mabeynindeki muhabbete ve samimiyete fedâ ederim.[7]

İşte Bedîüzzamân farkı, işte Bedîüzzamân’a muhatap olmanın bizlere getirdiği çok ince ve önemli sorumluluklar. Bakınız nesl-i âtiye yani bizlere Üstâd nasıl sesleniyor.“Ey üç yüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş ve sâkitâne Nûrun sözünü dinleyen ve bir nazar-ı hafî-i gaybî ile bizi temâşâ eden Said’ler, Hamza’lar, Ömer’ler, Osman’lar, Tâhir’ler, Yûsuf’lar, Ahmed’ler, ve saireler! Sizlere hitap ediyorum. Başlarınızı kaldırınız, “Sadakte” deyiniz. Ve böyle demek sizlere borç olsun. Şu muâsırlarım, varsın beni dinlemesinler. Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizinle konuşuyorum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennet-âsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen Nûr tohumları, zemininizde çiçek açacaktır.[8]

Dipnotlar:
[1] Münazarat,2007,s.271
[2] Mektubat,2004,s.444
[3] Lem’alar,2006,s. 165,
[4] Mektubat, 2004,s.744,
[5] Enfâl Sûresi, 8.46
[6] Şualar,2005,s.494,
[7] Lem’alar,2005,s.637,
[8] Münazarat,2007,s.339-40